02/01/2018

En Büyük İdealim

Sihirli şişedeki dev, "Dile benden ne dilersin?" dese, 100 milyar usd değil de Yeni Zelanda (Avustralya, Güney Afrika veya İngilizce konuşulan modern ülkelerden biri de olabilir,) vatandaşı olmak isterim, o kadarı yeter, gerisi çorap söküğü gibi gelir, kitaplarım sükse yaratır, reklam gücüm olmadığı için popülarite yakalamasam, best seller olmasam bile saygın bir kalem olurum. Anglosakson ülkelerden birinde (uygar devlet olması kaydıyla diğer dillere de razıyım,) yerleşim hakkı kazanabilirsem, bu rüyam gerçekleşecek, bir daha Türk ve Türkiye adını ağzıma anmayacağım, derin bir filozof olacağım, cahillikten kurtulacağım. Türkçe eserlerin tümüne hatim indirseniz bile bilgisiz kalırsınız, bizde düşünce özgürlüğü yok, yaratıcı beyinlere vitrin sunulmuyor. Tüm zamanların en iyi Türk yazarıyım, bitirdiğim romanımı ve denememi yayımlatamayacağımı biliyorum, bu yüzden yayıncı aramadım, zaten beş eserimi engellediler, gayriresmi yasak koydular, kütüphanelere bile koymadılar. Genç kardeşlerim, üstün zekâlaysanız, omirilik soğanınız faalse, saksınız işlevini yitirmediyse, kesinlikle hicret edin, kafiristana göçün, didaktik matbuata dalın. Orada ölmek burada yaşamaktan iyidir. Onlarca şahit gösterebilirim: Kuleli Askeri Lisesi birinci sınıftan itibaren en büyük amacım yurt dışına kaçış oldu, maalesef başaramadım, fakat vizesiz ülke statüsü çıktı, şansım çoğaldı, moruk bebeğim Coni vefat edince (Bende dostluk pazara kadar değil, mezara kadar, servet teklif edilse bile onu terk etmem,) tüm olanaklarımı seferber edeceğim, iki paralık adamlardan arındırılmış bir diyarda demleneceğim, felsefe yapacağım, hicvin destanını yazacağım, deneme şaheserleri yaratacağım.

Jaguar

Bu akşam belgeselde izledim, şok oldum, görmesem inanmazdım. Jaguar, nehirdeki timsaha usulca yanaştı, ağaçtan üstüne atladı, kafasının arkasını ısırdı, dişleriyle karaya sürükledi ve öldürdü. Kedigillerin en keskin dişlisi jaguarmış, suda aslanların bile timsahla başa çıkamayacağını sanıyordum, meğer işin aslı başkaymış, bu hayvanlar katillerin katilleriymiş.

01/01/2018

Kamuoyuna Duyuru

KAMUOYUNA DUYURU

Değerli dostlar, değersiz düşmanlar;

Aşağı yukarı üç yıl önce üçüncü facebook hesabım da kapatılınca sadece twitter’da kalem sallamaya başladım, o zamana kadar facebook sayfamdaki gönderilerim otomatikman twitter’a aktarılıyordu, ancak karakter sınırı dolayısıyla metnin tamamı görüntülenemiyordu.

Fazla tıraş cildi bozar, sadede geleyim: 20 Kasım 2017 Pazartesi günü öğleden sonraydı, zannederim saat 15.05 civarıydı, TSK Spor Okulu’nda antrenman yapıyordum, emekli albay A. cebimi aradı, “Neredesin? Acele görüşmemiz lazım, telefonda söyleyemem, çok gizli, ivedi, hayati öneme haiz bir mesele oluştu, saat 15.30’da işim var, bilahare çişim var, taksiye bin, evimin önünde in, birazdan yetişemezsen akşam onda, bekliyorum kordonda,” babından kişnedi.  Elhak tavsadım, “Şimdi gelemem, programımı delemem, gizlilikten hoşlanmam, ahizeye anır yahut sen buraya teşrif et,” dedim, cırtlak elmayı yedim, diyaloğu bitirdim, aklımı yitirdim, çünkü işkillenmiştim. “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” misali bir tuhaflık vardı, kısacası felfelek sokmuştu.

Zottirik leyla coşmuştu bir kere, sanki çağıltılı dere, pürhiddet aradı, kelini taradı, sinirlerine gem vuramıyordu, yerinde duramıyordu, sinirliliği belliydi, bildiğiniz deliydi, ısrar etti, “Bir daha spor yapamayacaksın, korkunçlarötesi bir felaket,” dedi, “Kımkım etme, şurada öt, para vereceksen, istemiyorum, mevzu sır ise kendine sakla,” deyişime rağmen nal dedi mıh demedi, illa buluşalım teklifinde diretti. “Uza bakayım, sağdan git, para bulursun, merak etmiyorum,” dedim, telefonu yine çatırdattım.

Birkaç saniye geçti, cebimdeki kanarya ötüş melodisi yinelendi, gazaplı zapzingil bu sefer tüyo verdi, “Mahkemelik olacaksın, hazan yaprakları gibi solacaksın, seni üzecekler, ayaküstü düzecekler,” mealinden havladı. Herifçioğlu safi çene, basbayağı kene, kurtuluş yok, gelgelelim mavraya karnım tok, “Eski çamlar bardak oldu, başkomutan Erdoğan ve başbuğ Bahçeli ile aynı fikriyatı savunuyorum, beni dava edene şaşarım, her engeli aşarım, Zırt Tokai,” yanıtımla tümden keçileri kaçırdı, “yanıma gel, izahatta bulunayım,” dedi. “Kapından içeri girmem, sana güvenmiyorum, kumpas kurabilirsin, aşağıda görüşelim, caddede zevzeklenelim,” dedim, reddetti, “başkası duyar,” diye itiraz etti. Davetine siktir çektim, ancak keyfim kaçmıştı, sporu bitirdim, alelacele giyindim, Kızılay’a topukladım, amcam tacizini sürdürdü, isteksizce cevapladım, mevkimi sordu, koordinatımı hayra yordu, derken kanatlandı, tıpış tıpış geldi, gagasını açtı, kursağındaki zehri saçtı. Filanca kişi twitter’daki mesajlarımdan rahatsız olmuş, hırsından saçlarını yolmuş, tüm mal varlığıma el koyacakmış, kabak gibi oyacakmış, manevi tazminat davası açacakmış, delilleri saçacakmış, askeri tesislere girişimi sittinsene yasaklatacakmış, deveye hendek atlatacakmış, anlamında kelam etti, haddizatında ayıp etti. Abullabut arkadaş kraldan fazla kralcıydı, goygoyculuk yapıyordu, güya üst mercilere yaranıyordu, bir tek güvercin taklası atmamıştı. Çenebaz avukatlar arabuluculuk diye bir şirket kurdular, ben ezelden beri parabuluculuk yapıyorum. Hangisi değerli?

Süphanallah! Bahis konusu zat hakkında olumsuz söz söylememiştim, karalamamıştım, 15 Temmuz 2016 gecesinde bir televizyon kanalına telefonla bağlanmıştı, oradaki ifadelerine binaen methiye düzmüştüm, bir nevi destanlaştırmıştım. Gülsem mi ağlasam mı, bilemedim, fıkra mı trajedi mi, karar veremedim. Gıllıgışlı aracıya gerçeği özetledim, övgülerime dair kısa bir fasıl geçtim, “Belge gösteremez, fi tarihinde garaz bağlamış, kinini kusmuş, adliyede temizlik yapıldı, FETÖ’nün sallabaş hâkimleriyle kıvamsız savcıları meslekten atıldı, yargıya güveniyorum, başkomutan Tayyip Erdoğan sağ iken hiçbir yurttaş bana iftira atamaz veya çamura yatamaz, kılıma dokunamaz,” yollu hışımlandım.

Akla zarar bir keşmekeşlikti, twitter’da o elemanı yere göğe sığdıramadım, meşum darbe girişiminden sonra atandığı yeri iki defa aradım, habercisine not bıraktım, şükranlarımı sundum, hatta son görevine terfisi için propaganda bile yaptım. Kayıtlar silinmemiştir, ulaşılabilir, en azından benim cep operatörümden dökümü çıkartılabilir.

Manasız bir çengeldi, makam ve statüsüne güvenmiş, bana tuzak kurmuştu. “Tebligat, bildiri, çağrı, artık her ne zıknabutsa elime geçsin, sonra hak arayayım, icabında iltica edeyim,” gibi bir hedef belirledim. Bekleyişim meyvelenmedi, gelişme olmadı, 3 Aralık 2017 Pazar akşamı “mail kutusunu temizleyeyim, gereksiz postaları ayıklayayım,” dedim, zira bir buçuk senedir evden internet bağlantım yok, kanaryam Coni’nin vefatını takiben hicret edeceğim, pılı pırtı toparladım, ayağım takozda bekliyorum. Bana 5 Kasım 2017’da bir mail gelmişti, içeriği okunaksızdı, üçgenler, yıldızlar, dörtgenler türü figürler çoktu, hacker saldırısı sandım, ek’ini açmadım, Twitter mahkeme kararı falan deniliyordu. Kırkyıl düşünsem dava edileceğim aklıma gelmezdi, kalıcı olarak silecektim, A. Kardeşime forward ettim, virüs yokmuş, okumuş, malum aracının ilettiği haber detaylandırılmış, okuyabilirsin, korkma, dedi. Ek’i açınca afalladım, afralı tafralı şikâyetçinin kişilik hakları ihlal edildiği için Adliye Mahkemesi Twitter’a başvurmuş, bazı linklerin erişime kapatılmasını istemiş, ancak Twitter işlem yapmamış, cümlelerimi makul bulmuş, bana bilgi vermiş.

Ertesi gün bir iki vatandaşa danıştım, “Ey akıllı usta, ne düşünüyorsun bu hususta?” şeklinde soru yönelttim; biri karargâhtaki adli müşavirliği aramamı önerdi, mantığıma uygun geldi, fakat kimseye ulaşamadım, azametli miralay şafak sayan habercisine “yüzbaşıyı arasın,” demiş. Hışımlı yüzbaşıyı çevirdim, kendimi takdim ettiğimde telefonu kapattı, 40 dakikalık arayışım semeresiz kaldı, hatlar arasında pinpon topu gibi dolaştım. Elleziyüvesvisü fisüdirinnas, minelcinneti vennas!

İçimden, “Eyvah! Ayvayı yedim, o apoletlerle benim zenci olduğumu dahi ispatlar, hukuku ikiye katlar,” dedim, kara kara düşündüm, “niyet ile akıbeti sorgulamayayım, konsantrasyonumu bozmayayım, benden uzak dursun, ne adını anayım ne selamını alayım,” maksadıyla mevzubahis iletileri, artı ismini zikrettiğim tweetleri buharlaştırdım ve hem o mail adresine malumat verdim hem twitter’da efkârıumumiyeyi bilgilendirdim.

“Yakamdan düşer, derin bir nefes alırım, oh çekerim, fikir üretim fabrikamdaki mamul imalatını hızlandırırım,” düşüncesindeydim, diğer olasılıkları elimine etmiştim, yanlış adım ihtimalini aklıma bile getirmiyordum. Maalesef halt yemişim, meğerse kontratağa kalkmış, ofsayt pozisyona karşın hakem düdük çalmayınca ceza sahasına girmiş, iki beki çalımlamış, sert bir şutla kaleciyi avlamış.

13 Aralık 2017, Çarşamba günü TSK Spor Okulu nizamiyesindeki elektronik sayaca askeri kimlik kartımı soktum; ekranda, “Sadece askeri sosyal tesislere girişi yasaktır” yazılı bir uyarı belirdi, bittabi Horgeneral kardeşiniz delirdi, soluğu Milli Savunma Bakanlığı’nda aldı, bakanlık önüne gayrimilli bir dilekçe saldı; cumhurbaşkanı, başbakan, milli savunma bakanı ve iç işleri bakanına tek tek tweet attı, pusuya yattı. Billahi haksızlığın dik âlâsı, hayatımın en büyük travmasını 15 Temmuz gecesi yaşadım, bu hadise de hayal kırıklıklarımın bir numaralısı oldu.

Sallapati yorum değil de empati yapın. Peru’nun ücra bir kasabasına gidişiniz yasaklansa, pasaportunuza dipnot düşülse, huylanmaz mısınız?

Apaçık bir tehdit, basbayağı parmak sallıyor, “Ayağını denk al, oylum oylum fidan boylum türküsünü söyleteceğim,” diyor. Cin midir, peri midir, amacı nedir, niçin benle uğraşıyor? Birikimli bir yazarın mimlenmesi reva mıdır? Anladıysam İsrailli olayım. Ölmüş eşek kurttan korkmaz, ateş olsa cirmi kadar yer yakar, bileğinin gücüyle bana fiske vuramaz. Asla bireylerle derdim olmadı, her daim bilime, felsefeye, ideolojiye, ekonomiye, tarihe, ilgi duydum, didaktik yapıtları yuttum, tayinli muhteremi çoktan unuttum, ne ki ammeye ihbarlamak boynumun borcuydu.

Bundan otuz sene evvel söylediğim tezler şimdilerde AKP ve MHP’nin siyasi nakaratı oldu, misal cuntaya karşıydım, antiemperyalisttim, ordunun siyaset ve ticaretten arındırılması gerekir eksenli görüşümle şimşekleri çekiyordum, sırf bu özelliklerim yüzünden sakıncalı subay kategorisine ayrıldım, bedel ödedim, basit bir subaylık bana çok görüldü, atılmak üzereyken can havliyle kaçtım, kulak kireçlenmesi raporuyla malulen emekliye ayrıldım, bir baltaya sap olamadım, nesebim kurudu, bereket internet icat edilmişti, borsaya daldım, avantamı aldım, kalantorları tokatladım, rızkımı çıkardım, yoksa mezbeleliklerde sürünecektim. Devran değişti, söylemlerim avamın ağzına sakız oldu, ben hâlâ günah keçisiyim, tu kaka ediliyorum. Bu öfke normal midir? Sövmek suç, eyvallah; övmek de kötü muamele kabul edilebilir mi? Adam resmen, “Gözünün üstünde kaşın var,” diyor, sataşmak için bahane arıyor. Nitelikleri benle kıyaslanamaz, solda sıfır kalır, onun mikroskopla gördüğünün bin mislini duvarın arkasından görebilirim. Avrupa’ya gitsek anca işçi olabilir, bense baş tacı edilirim, ancak kimin umurunda? Altının kıymetini sarraf bilir, kıratımızı yiğitçe ölçecek bilirkişi var mı?

Kanaryalar padişahı Coni 15 Nisan 2005 doğumlu, pipisi boğumlu, hayli yaşlandı, her an mortoyu çekebilir, onun helvasını yedikten sonra hicret edeceğim, illaki kâfiristana yerleşeceğim, akabinde kitaplarım İngilizce ve öteki dillerde neşrolunacak, Hanya ile Konya görülecek. Geçenlerde altıncı ve yedinci eserlerimi bitirdim, Türkçeye nokta koydum, ancak her ikisine de yayıncı bulamadım, aslında arayışa geçmedim, zaten hiciv romanlarım, sürükleyici denemelerim kitapçıların raflarına konulmuyor, kütüphanelere alınmıyor, yani bana karşı ciddi bir ambargo uygulanıyor, şaheserler üretsem de kitlelere ulaşamıyorum, telif de nanay! Marks diyeli, zincirlerimden başka kaybedecek neyim var? Dikili ağacım yok, çiçek saksısına koyacak kadar toprak tapulamadım, tam da bu yüzden koskoca vatanı korumak bana düştü, sinekler balıma üşüştü, ömrümce kelle koltukta savaştım, nice badireleri aştım.

Mübarek yargıçlar nezdinde adalet sistemini de eleştireyim, aba altından sopa göstereyim. Sosyal medyada bana ana avrat dümdüz kaydıran şoparları basın savcılığına şikâyet ettim, avucumu yaladım, kimliklerini deşifre edemedim. Ötekinin canı can da benimki patlıcan mı? Asılsız ithamlara dayanarak celalleniyorsun, belirli linklere erişimin engellenmesi için Twitter yönetimi ile irtibata geçiyorsun, bana nağme yapıyorsun. İddianame iddianağmeye dönüştürülmesin, anayasa ile babayasa karıştırılmasın.

Emekli yüzbaşıyım, onun hem astıyım hem küçüğüyüm, hasbelkader dilim sürçse veya maksadımı aşan satır karalasam, haşa sümme haşa terbiyesizlik etsem, benim seviyeme inmesi yaraşır mı? O rütbe ve makamın vakurluğu bu mudur? Abartıyorsam nefes almak nasip olmasın, zaten sayısız delil sunabilirim, hayatım boyunca en çok övdüğüm beş-altı kişiden biridir, çünkü 15 temmuz gecesi darbe önlenmeseydi kesinkes ölecektim. Bu olayı öğrenmeden önce ona atılacak kurşuna gövdemi siper ederdim, bu derece tapıyordum. Niye? Telefonda darbe girişiminin aleyhinde konuştu diye... Kin tutmam, ancak ona karşı öfkeliyim, bin kez özür dilese dahi selam vermem, çünkü sabit fikirli, dünyaya dar çerçeveden bakıyor, karşıt fikirleri düşman belliyor.

Orduevleri ordu mensupları için yapılıyor, muvazzaflığımızdaki kesintilerle finanse ediliyor. Benim oraya girişimi mahkeme kararı olmadan nasıl yasaklayabiliyorlar? Milli Savunma Bakanı'nın onayı alınmış mı? Ben haydut muyum, terörist miyim? Orduevlerinde yüzlerce, belki binlerce öğrenci kalıyor, bandrol ücretini ödeyen siviller dahi yararlanıyorlar, askeri kamplar, spor tesisleri diye listeyi uzatmayayım. Yanlış bir uygulama yapılıyor, düzeltilmesi gerekir.

Gadre uğradım, keyfiyeti protesto edeceğim, başkomutan ve avenesi gasbedilen hakkımı geri verene kadar twitter’da yazmayacağım, hülasa iadeiitibar ya da suskunluk şıklarına sadık kalacağım.