Cumartesi, Haziran 01, 2024

Yalancı annem hiç doğru konuşmayacak mı?

Ben eskiden pembe yalan konuşuyordum, nabza göre şerbet veriyordum, fakat son senelerde doğrucu kesildim, ucunda ölüm olsa dahi yalan konuşmuyorum, olsa olsa susuyorum. Rahmetli babam da öyleydi, annem ise lafa takla attırıyor, sürekli palavra atıyor, hiçbir zaman gerçeği söylemiyor, en iyi ihtimalle abartıyor. Geçenlerde, "Nerede yaşadığımı kimseye söylemeyeceğim, sen de bahsetme," dedim, bugün "Aydın sorarsa filan yerde ev kiraladı," diyeyim dedi. Çüş! Bedava oturuyorum, "Hacı oldun, hala yalancılıktan kurtulamadın, utanmıyor musun?" dedim. Hacca benim paramla gitti, kurasız, özel odada barındı, yanlışım yoksa on beş bin euro ödedi, yani lüks tarifeden hacı oldu. Konuya girdim, açayım: Muvazzaflığımda ve emekliliğimde benimle yıllarca kaldı, her ay başında maaşımı ona veriyordum, babasından kalan emekli maaşını da alıyordu, önceleri lojmanda oturuyorduk, sonra kendi evimiz oldu, kira vermedik, yıllar boyunca "ay sonunu zor getirdim," dedi, halbuki meblağın en az üçte ikisi artmıştır, bunu kendi başıma yaşadığımda anladım. Birader de beni soydu. Ben Silvan'da idim, Doğu ve Güneydoğu'da geziyordum, Doğubayazıt ile başladım, Şırnak'ta üsteğmen oldum, falan fıstık, geçeyim. O esnada kardeşim "annem kimin yanında kalırsa öteki ona maaşının beşte birini versin," dedi, Devrek'te aynı lojmanda oturuyorlardı, tereddütsüz kabul ettim, tam on beş ay maaşımın beşte birini biradere yolladım. Batı'ya tayinim çıktı, Çanakkale'de ve Ankara'da annem belki on sene benimle kaldı, kardeşim bir kuruş ödemedi, eşiyle yüzüne karşı yüz kere söyledim, paramı çaldınız, ödeyin dedim, oralı olmadılar. Başka bir hikaye daha anlatayım: Ankara, Gölbaşı'na yerleşmiştim, Coni'yi bekliyordum, bilahare hicret edecektim, birader,"Fransa'ya on aylığına gideceğim, doktora yapacağım. Sen de İzmir G.'deki yazlığıma yerleş, arabamı sana bırakayım, eşyalarını bizim şeydeki evimize koyalım, ileride dönersen alırsın," dedi. Yazlığa gittiğim günün sabahında "Coni kafesin içinde olsa da koltuklara sıçmıştır, arabayı satın al," dedi, kızdım, alelacele kendime kiralık daire baktım, Sığacık'ta bulduğum ilk eve yerleştim, otomobilini hemen teslim etmek için Ankara'ya gittim, otobüsle yeni mekanıma döndüm. Dokuz on ay sonra Ankara'ya dönüşe karar verdim, eşyalarıma sahip çıktı, "isteyeceksen niye verdin?" dedi. Sesimi çıkarmadım, tam altı sene eşyalı evlerde oturdum, oysa gıcır gıcır buzdolabım, çamaşır makinem, bazalarım, ... vardı, yok yoktu. Şimdiki aklım olsaydı bir yumrukta işini bitirirdim, ikinciye gerek kalmazdı, şanslıysa ve yaşarsa sakat kalırdı. Bunları kitaplarıma detaylı biçimde yazacağım ama bir saat sonraya sağ çıkacağımızın garantisi yok, en azından ana hatlarını bloğumda paylaşayım, dedim. Borsa ve yazarlıktaki olağanüstü başarılarım, mazide okul ikincisiyle aramızdaki uçurum, benzeri pek nadir görülen sporculuğum da çağrışım yaptı, öz güvenim patladı, yoksa bunları kimseye anlatamazdım, dinletemezdim, nanik yapılır diye korkardım. İtikadım zayıf, duam geçmez ama hepsi zehir zıkkım olsun! Not: Onlarla senelerden beri konuşmuyorum, yedi sekiz ay önce annemi ilk kez aradım, telefonda beni tanıyamadı,"sen kimsin?" diye sordu, yeni numaramı kaydet, ben oğlunum, dedim. Babama da dünyayı zehretmişti, altında yatan sebebi iki sene önce çözdüm, fakat yazılmaz. Bunlar aç sırtlana benziyorlar, adi malulen emekliyim, açlık sınırının iki bin lira altında maaş alıyorum, batan geminin mallarını yağmalıyorlar. Eserlerim yabancı dillerde neşredilse paraya boğulurum, siz kim, beni yıkmak kim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Karakurum otoyolunu görmek isterdim