22/04/2016

BİR RAMAZAN ANISI (Reziliazam'dan alıntıdır, hiçbir yerde yayımlanamaz,)

BİR RAMAZAN ANISI

Şimdi cennette midir, cehennemde midir, yoksa Araf'ta dolanıp duruyor mudur, bunu anca kutsal iblislerim bilir, rahmetli babamın bir jestini unutamıyorum.

İçi dışı bir olan peder bey alenen şeriatçı olduğunu dile getiren, Kuran'ın emirlerini birebir uygulayan saf Müslümanlardandı, kaderciydi ve sık sık “Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden?” diyordu.  Özetle ömrünü ilahiyata adayınca hayata ıska geçmiş, çulsuz çuvalsız yaşayan bir şahsiyetti. Kendine hayrı yoktu ki bana harçlık versin yahut lunaparka götürsün; salıncağa binemedim diye şikâyetçi olduğumu sanmayasınız, sorunlarıma azami ihtimam gösterirdi, yalnızca bir gerçeği vurguladım. Adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan olsa da çulu, lafını hepimiz biliriz. Mümin babamın bana bıraktığı genetik mirası maddiyatla değişmem.

Babam, namıdiğer Tonyalıoğlu Mustafa yaz aylarında beni Kuran kurslarına yolluyordu; öne arkaya ritmik bir şekilde sallanarak sureler ezberliyordum, Ayetel Kursi dâhil tüm duaları hıfzetmiştim. Yanılmıyorsam ortaokul üçteydim, ramazanın ilk üç gününde oruç tuttum. Müminliğime yormayın, geç de olsa niyetliliğimin sırrını itiraf edeyim: Ara sıra aksileşen annemle yoga düşkünü babam sahura kalktıklarında sucuklu yumurtaya kaşık sallıyorlar, bense ertesi günkü kahvaltıda bir ısırımlık francalayı veya tahinli ekmeği vişne reçeline bandırarak karnımı doyuruyordum. İftar sofrası daha tatminkârdı, lakin her gün iki-üç maç yapan ve arta kalan zamanlarda haymana beygiri gibi dolaşan bir bünye kuşkusuz bir sahanlık yemekten fazlasına ihtiyaç duyar, yoksa iğne yutmuş ite döner. Eh, yalayıcı dilim var, diye, onların teflon tavadaki artıklarını sıyıracak hâlim yoktu. İşte bu ahval ve şerait içinde bir çözüm geliştirmiş, sucuklu yumurta yemek için oruca niyetlenmiştim. Pederle valideye, “Kerem buyurun, ben de oruç tutacağım,” dedim. Kuşkulu annemin keyifsizliği gözümden kaçmadı, “Kıçı kırık hâlinle kokorozlanıyorsun, korkuluğa döner, kıpırdayamazsın,” der gibilerden bakıyordu. İyimser babam korsesini gevşetti, bir yudum su içti ve “Oruç siyah ipliğin beyaz iplikten ayırt edilebildiği an başlar, akşam alaca karanlık başlangıcında biter;  başın döner ya da miden bulanırsa derhâl orucu bozmalısın,” dedi, bir nevi koşullu okeylemişti. O coşkuyla bismillah çektim, imsakiye cetvelini cebime koydum ve o akşam teravih namazına gittim. Kuş sütünden başka her şeyin bulunduğu üç gecelik ziyafet bana yetti ve oruçlu günlerime noktayı koydum, fakat bana sık sık, "İleride etkili makamlara gelebilirsen, Hazreti Ömer adaletini uygularsın, sende bu cevher var," babından gaz veren meteliksiz babam çok duygulanmıştı, içi içine sığmıyordu. Sevinçli bir yüzle, “Sana sürprizim var,” dedi ve tuttu, beni bir ikindiüstü Giresun'un en işlek caddesi olan Deppoy'a götürdü. Postane'nin çaprazında haşmetli bir lokanta vardı; karşıdan karşıya geçtik ve hoppadak içeri girdik. Öteden beriden gelen şahıslar iftar için rezervasyon yaptırıyorlardı; kokulanan havayı teneffüs edince şaşakalmış, aval aval sağıma soluma bakınıyordum. Ben niyetsizdim ama serinkanlılığını muhafaza eden velinimetim oruçluydu ve iştahını iftariyelik yiyeceklere ve sahurluk sucuğa saklıyordu. Babam, namıdiğer Mustafa bin Emin seferi olduğunda bile orucunu kaçırmazdı, benim namıma beyaz önlüklü komiye tereyağlı döner, hünkârbeğendi, tarhana çorbası ve tulumba tatlısı siparişi verdi. Bittabi oburlaştım, siyahımtırak kâsedeki çorbamın üzerine limon sıktım, kaşık kaşık içtim, iri iri lokmaları kaygısızca atıştırdım, peşkirle ellerimi sildim. Cömertleşen peder sağ olsun, o güne dek döner yememiştim; bana öyle lezzetli geldi ki tarif edemem, ağzımın şapırtısı on metre öteden duyuluyordu; hayvansal gıdaların en iyisi sanmıştım. Gerçi sonraki yıllarda bin misli leziz taamların tadına baktım ama o porsiyondan aldığım haz başkaydı, açıkçası tadı damağımda kaldı, Mc Donalds’ın bin hamburgerine yeğlerim.


Özcesi oruç tutunca voliyi vurmuştum ama iki hırtı, bir pırtı olan hayırsever babamın o masraflı faturayı nasıl ödeyebildiğini hâlâ düşünüp duruyorum. Muzafferane tavırlarını gören bir ekonomist onu kodaman sanır; muhtemelen kumbaramdaki elli kuruşu çalmıştır yahut IMF’den yüklü bir kredi almıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Finans sektöründe neler oluyor?

Türkiye'de dünya devi olan yabancı bankalar son yıllarda payını sattı yahut faaliyetlerine son verdi, meydan Araplarla yerlilere kaldı. ...