Yazar, trader, horgeneral, Türk Silahsız Kuvvetleri Başkomutanı, Yokluk Fonu reisi, Hıyanet İşleri Başkanı, kuş pezevengi, düş hekimi, hayal taciri, borsa peygamberi, parayolları genel müdürü, parabulucu, kültür aristokratı, üstün korkaklık madalyası, beyaz zenci, haymatlos, tektuşconi, heccav, beisicumhur, meritokrasi, ekomünist, futbolog, sütkolik, arbitraj, satranç, snooker, müzik, briç, body building, kafes dövüşü. Yedi kitabımı da google.books'a yükledim.
Cumartesi, Nisan 27, 2024
FOSYALİSTLER (Reziliazam'dan alıntıdır, izinsiz başka yerde yayınlanamaz,) Not: Blog paragrafları birleştiriyor.
FOSYALİSTLER
Türkiye’deki yayınevleriyle edebiyat dergilerinin bir kısmınca peydahlanan rezaletleri bilen çoktur, lakin ne hikmetse değinen yoktur; madem millet elini taşın altına koymaya korkuyor, on okka çeken şeyime güvenip bu karışık meseleyi kurcalayayım.
Geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin müreffeh uluslar seviyesine çıkabilmeleri halklarının okuyup bilinçlenmesine bağlıdır. Yerkürenin en güçlü silahı olan kalemin ürettiği nimetlerle beyinlerini yeterince besleyemeyen vatandaş tekelci medyanın zincirlerini kıramaz.
Aralarına katılmadan önce yazarçizer efradına müthiş saygı duyardı, bilginlerle yazarlardan daha nitelikli kişilerin olabileceğini düşünemezdim. Namusluları tenzih ederim, kimi psikopat müellifler seks açlıklarını telafi etmek için edebiyat dergisi çıkartıyorlar; bence abazan paşalar hesabı kerhanelerin inişli çıkışlı yolunu tutmak daha onurludur. Top sakal bırakan ve entelektüel imajı yaratmaya çalışan dallama tantanacılar mafyayı andıran bir piyasa oluşturmuşlar, bu kokmuşluğu rüyamda görsem inanmazdım. Statükocu abuzittinler yüzünden beyinleri yerine para keseleri dolu olan vatandaşlara yazar payesi veriliyor. Ulan hırbolar! Haydi ben kuş beyinli olduğumdan kitaplarınıza tahammül edemiyorum diyelim; bari siz kendi yazdığınız metinleri anlayabiliyor musunuz?
Dergilere fantastik hikâyeler yollayan ve masraflarını karşılayarak dosyalarını kitaplaştıran çelimsiz bir morukla Ankara Kitap Fuarı’nda tanıştım; sıskalığına bakınca kırıkçı sandım, yanılmışım; teni esmerce, yanakları çökük ve davudi sesli olan amcam kısa bir hoşbeşten sonra kızılımsı gömleğinin yakasını çekiştirdi ve “Yaratıcı yazarlık kurslarına gittin mi?” dedi. “Esef ederim, tercümanlık neyse ne, yazarlık ya da denemecilik doğuştan yetenek ister, anekdotları hikâyeleştirmek öğretilemez, hele yaratıcılık baştan başa deha ister, stajyerliği olmaz, langırtla karıştırmayalım,” dedim ama o kursların olmazsa olmazlığını iddia etti, “Vaktin varsa seni bir yere götüreyim,” dedi. Edebiyat dünyasından bir iki amigo daha tanırım, ümidiyle safça peşine takıldım ve yola koyulduk; derken on beş dakika geçti geçmedi, senelerden beri farklı dergilerde genel yayın yönetmenlikleri yapan, yaratıcı yazarlık kurslarının meşhur hocası X.’in pastaneyi andıran çalışma yerine vardık. Kılavuzum çabucak yorulmuş, soluk soluğa kalmış, gırç gırç eden hasır bir iskemleye tünemişti; kendisine salep ve kumpir siparişi verdi. Hoca geçinen götübokluyu gıyaben tanıyordum, maillerle dergisine ürün göndermiş ama hiçbir yanıt alamamıştım; bön haramzade leylek gibiydi, kıçının kılları ağaracak yaşa gelmişti, matbaa masraflarını karşılamış ve iki kitabını bastırabilmiş. Bismillah dedim, ahşap sandalyeye oturdum, henüz selamlaşma faslındaydık, ne var ki bu ablak suratlı kişioğlu bazı kitap ve dergileri sergilediği camekânı katran gibi olan gözleriyle taradıktan sonra kitaba benzeyen iki nesneyi çıkarttı, “İkisinin ederi yirmi liradır,” deyip bana uzattı, zira onun yapıtlarıymış. Beni tanıyanlar bilirler, akıllara zarar bonkörüm, varsın cüzdanımdan birkaç banknot eksilsin dedim ve yirmi papeli tosladım. Laf aramızda, gocuklu dilencinin uzattığı eli boş çevirmeyince kendimi ağababa gibi hissetmiştim. Eserler temiz olsa eyvallah diyeceğim, eve varınca kirini tozunu on dakikada temizleyebildim.
Ücüğünden cücüğüne tüm yazın yapıtlarına hürmet ederim, bir kere, ikamesi yoktur; ikincisi, ölmezlik avantajı da hafifsenemez. Şerefim bir hakkı için yemin ederim, çük kafalı hıyarağasının bahusus ikinci kitabındaki kadar iğrenç metinleri hayatımda okumamıştım ki ülkemizin en fazla kitap okuyan şahıslarından biri olduğuma inanırım. Bu daltaban herif kopyalayapıştır taktiğini uygulayarak kepaze yazılar kategorisinde gerçeküstü bir şaheser yaratmıştı; bir kitaptan bir paragraf, bir başka eserden iki cümle, diğerinden üç cümle çalarak anlamsız ve standartsız bir eser yaratmış, sonuna da turuncumtırak bir dizin eklemişti. Bu estetik dallama farklı muhitlerde yazın atölyeleri açmış; seyyar sandalyesine kuruldu, beraber geldiğimiz kakavan abiye omzunu sıvazlattı ve beni iplemiyor havasında abuk subuk bir vaaza başladı. Lisedeyken folklor takımının lideriymiş, alpinizmin kitabını yazmış, harmandalında üstüne yokmuş, kıvıl kıvıl oynarmış, ilkokul çağındayken okunu, yayını ve sadağını kuşanıp dağlara gidermiş, çiçekli çiçeksiz demeden tüm bitkileri severmiş, papatya, nergis, yasemin, lale, nilüfer, manolya ve kuşkonmazı tek geçermiş, falan filan, hülasa hasis dergici mağrurca uçuyordu.
Budala herif paramı cebine indirince coştu, zevzeklik etti, derken nutkunu bitirince ağız değiştirdi ve dergisi için ürünlerimi beklediğini söyledi. Duraladım ama sesimi çıkarmadım; Allaha ısmarladık, deyip inime geldim ve “Bu defa ne yapacak?” diye merak ettiğimden elektronik postayla bir mizah öyküsü yolladım. Gene hiçbir cevap alamadım, yüreğime hüzün çöktü, yaşıtlığımızın hatırına bir mail daha gönderdim, tabii bir şey değişmedi. İçim içimi yiyordu, gözlerim karardı ve bizzat yanına gittim, dik dik bakarak, “Benle oyun mu oynuyorsun?” babından çıkıştım. Parya çiroz gibiydi, homurdanışımdan ürktü, “En kısa zamanda yanıtlayacağım,” deyince gerisin geri döndüm. Baktım, minyatürleştirdiğim e-postama da cevap vermedi, namussuzca eşekleşiyordu. Sıdkım sıyrıldı, az kalsın küfür edecektim; şu keresteye duruş göstereyim, niyetiyle son bir mail patlattım ve koskocaman fontlarla, “Ürünümü geri çekiyorum ve yayımlamanıza izin vermiyorum, artık sizle mektuplaşmak da istemiyorum,” yazdım. Dingil dergici daha önceden dalgın numarası yapıyordu, lakin aynı gün maille, “İsteğiniz dikkate alındı,” diye cevapladı. Bu zürriyetsiz keriz lise tahsiliyle edebiyat âleminin duayenleri arasına girmiş, normal şartlarda benle muhatap olamaz; kitabını satarken ayaklarıma kapanmıştı ama öküz ölmüş, ortaklığımız bozulmuştu; ezkaza amfilerde dirsek çürütseydi ve üniversite mezunu olsaydı ve dahi benim yüzde birim kadar yazma yeteneği bulunsaydı, neler döktürmezdi? Ulu Manitu, bu estetik dallamayı beyin denilen objeden yoksun bırakmak suretiyle aziz yurdumu büyük bir afetten korumuş. Yüce iblisim sen nelere kadirsin!
Memlekette dangalak kıtlığı mı var? Benzer bir olaya bir kez daha şahit oldum. Birisi ünlü ikisi ünsüz, saçma sapan üç harften oluşan bir isimle faaliyet gösteren gudubet bir yayınevi var, parayı bastıranların kitabını basıyorlar. Yayınevinin sahibi çift hörgüçlü develerin sırtlayabileceği kadar para kazanma heveslisi bir kazmaydı. Tesadüfe bakın, o estetik dallama da top sakallıydı ve bir edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyordu; bilmem kaç kere söz verdiği hâlde bir öykümü yayımlamamıştı. Kahverengi golf pantolonlu ve morumtırak kayışlı bu şahıs ağlayıp sızlayınca etkilendim, destek vereyim babından çıkardıkları kitaplardan birkaç tane aldım. Hileci abimizin gülüşünde meymenet yoktu, ilgi ve alakası aniden arttı, yüksek sedayla, “Allahlık lafını sık kullanıyoruz ama peygamberlik kelimesini ilk kez senin öykünde okudum, keşke o sözcüğü ben keşfetseydim, seni kutluyorum. Dergâhımızın kapısı açık, sürgülemedik, her an çalabilirsin, niye uğramıyorsun?” falan deyince duygulandım ve kek gibi dergilerine abone oldum. Koca kulaklı deyyusa inanacak kadar şapşalmışım ki yeni bir gülmece öyküsü bile yolladım. Bir sonraki sayıda yayımlanacağını hem maille hem şifahen beş altı kere söyledi. Ne ki dergi okurla buluştuğunda öykümü göremedim; güpegündüz ofisine uğradım ve “Ula Zeki, bu keleklik ne ki?” diye celallendim. “Hocam, iki ay sonraya planladık,” demesin mi? Yazımı geri çektim ve “Şirretlik ediyorsun, aman yayımlamayın, istemiyorum,” dedim. Ne mutlu, böyle atmasyoncuların meyhanelerine uğrayıp da yıllanmış şaraplarını içecek kadar rezil değilim.
Bir başka derginin genel yayın yönetmenine geçeyim. Aboooov, dıbırağanın miyop gözleri velfecri okuyordu, yedi sekiz senedir dergi çıkartıyormuş. Ankara’nın göbeğinde, Kızılay’daki bir apartmanın çatı katında yaşadığı yeri dergi merkezi olarak kullanan akılsız bıdıkla tanışmaya gittiğimde yaşını başını almış birini bekliyordum, hâlbuki 27 yaşında, dinç bir delikanlıyla karşılaştım. İçimden, “Millet işsizlikten bunaldı, boğaz tokluğuna cansız düşene dek didiniyor; bu mıymıntı avukat ise genç yaşta dünyadan bezmiş, çalışmaktan kaçıyor. Allah müvekkillerine sabır versin, âmin! Hitler’in arı ırk yasasında kalıtsal hastalığı olan kişilerle suçluluğu onaylanan tutuklular kısırlaştırılıyorlarmış. Pişiriciler böylelerini fırınlarda yaksınlar ve kükürtlü sabun yapsınlar, memlekete anca faydaları dokunur,” dedim. Dayaklık hıyarağası direk gibiydi, “Yaaa, demek nükteci kalemlerdensin ve cızıktırıyorsun, eserlerinden birkaç örneği maille yollarsan, sana dönerim,” dedi. “Ülen hımbıl tıraşçı, şu meretleri bir de sen oku madem,” dedim, maille öykü ve deneme gönderdim. Bekle ha bekle, bir türlü yanıt alamadım. Demin anlattığım düzenbazlar gibi bu estetik dallama da top sakallıydı. Ankesörlü telefonla aradığımda, “Görüşelim,” dedi, umutla yanına seğirttim; meğer öykümün ilk cümlesini beğenmemiş, kalan kısmını okumamış, beni de bunu müjdelemek için yanına çağırmış. Bu sudan cevap üzerine, Bismillahirrahmanirrahim çekip, eşhedüenlailaheillallah ve eşhedü enne Muhammeden resulallah, dedikten sonra ana avrat sövmek, üstüne bir temiz dövmek vardı ya, nefsime hâkim oldum, ses çıkarmadım; isabet oldu, gırtlaklasam elimde kalırdı; o da basın şehidi diye cenneti boylardı.
Yazarlığı meslek edindiğinizde kimlerle karşılaşabileceğinizi bilesiniz diye bazı aymazlıklara değindim. Bu tür zottiriklere “estetik dallama” adını taktım; dilerim siz onlarla muhatap olmazsınız. Yalnız, tırı vırı zottiriklerle dolu dergiler yüzünden edebiyat dergilerinin ehemmiyetini yadsıyamam; tam tersine, yeni yeteneklerin keşfedilmesinde en önemli görev serserimanyak yöneticilerden arınmış dergilere düşüyor. Namuslu, çalışkan, edebiyat sevdalısı, ilgili ve bilgili yazın erlerinin kitap âleminde aktif olabilmelerini sağlamalıyız. İyi kitabın kötü kitabı, iyi derginin kötü dergiyi piyasadan kovması için kutsal totemlere dua edelim, gerisini zamana bırakalım.
Elaman çektiren estetik dallamaların ortak özellikleri top sakaldan ibaret değildi; lakırtılarına, “Ben sosyalistim,” diyerek başlıyorlardı. İçimden, “Vay anam vay! Bu memlekette sosyalizmin kökünün nasıl kazındığı belli oluyor,” dedim. Sosyalizmin amentüsünü bilmedikleri hâlde sosyalistlik taslayan bu idraksiz fosyalistleri tarikatlara yerleştirelim ki laik cumhuriyetin geleceğini kurtaralım. Kolhozlarla sovhozların muhteviyatını bilmeyen karaktersiz cazgırları oralarda gören komplocular, “Ben bu magandalarla aynı davada yürüyemem, günün birinde bize çelme takarlar,” derler, kırk sekiz saate kalmadan dinden imandan çıkarlar ve ateist olurlar. Ey fosyalist denilen insan müsveddesi! Sosyalist eşkâline bürünüp martaval okumayı bırak, özüne dön! Sayende öğrendim ki kuduz köpekten kaçmayacaksın ama Türkiye Cumhuriyeti pasaportlu bir vatandaş, “Ben sosyalistim,” diye lafa başlıyorsa arkana bakmadan kaçacaksın. Kuduz köpeğin ısırığının muhtemel zararlarını bir ayda tamamlanan beş aşıyla bertaraf edebiliyoruz, fakat mutasyona uğrayan fosyalizm virüsünün çaresi yok! Elektron, proton ve nötron parçacıkları uzmanı olan Einstein abimin meşhur teorisine göre, bir gram maddenin enerjiye dönüşümünden, vasati bir insanın 23500 yıllık ihtiyacını karşılayacak ölçüde kilokalori enerji elde edilebiliyormuş; şayet fosyalistlerin tamamını enerjiye dönüştürmeye kalksaydık evrenin sonu gelebilirdi. Şu hâlde, onları yok etmeye de gelmez. Varlıkları bir dert, yoklukları bin bela! Yaktın bizi fosyalist, Allah belanı vere!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Stupidity is constantly increasing
For centuries, geniuses have been murdered and imprisoned, and as a result, their lineages have become extinct, and humanity has regressed i...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder