Yolcu
yolunda gerek diyerek kendimizi dolambaçlarla dolu dağlara vurduk. Arazide
keklik gibi uçan, geyik gibi seken, lakin vergi beyannamelerini düzenledikleri
zamanlar haricinde vatandaş oldukları unutulan genç emekçilerle, bir önceki
gecenin fuhuş, eğlence ve bilumum müptelası oldukları keyfiyetin yorgunluğunu
Boğaziçi’ndeki yalılarında atmaya çalışan fasarya vatanseverlerin vatanını
savunmaya gidiyorduk. Vatanın, egemenlik için savaşırken rençperler ile
işçilerin, kaymağını yemeye gelince bankerlerin olduğunu o ana kadar hiç dert
edinmemiştim. Şu dağlar var ya şu dağlar! İnsanı zottirikleştiriyor,
zıbıdıklığını tasdikletiyor, diyeyim, artık gerisini siz çakın. Babalarının
parasıyla özel üniversitelerde yahut vakıf mekteplerinde tahsil yapan
mirasyedilerin canları sıkılınca, maksat spor olsun babından dağcılık branşını
seçip akrobatik figürler yapmaları başka, kaşlarının üzerindeki bitlerle, iki
kilo kuru fasulye yiyenlerden fazla osurarak, tabanları şişene kadar yürümek
bambaşkaydı. Tolga ile komiserim, bitlerle pirelerle âdeta arkadaş olmuşlar, akreplerle
yılanlardan korunma meselesinde uzmanlaşmışlardı. Uyku tulumlarında yatıyorlar
ve çevreye kazdıkları minik siperlere döşedikleri plastik boruların içini
gazyağıyla doldurarak akrep tehlikesini bertaraf ediyorlardı. Kumanyalarını
tasarruflu kullanabilmek yahut gıda takviyesi yapabilmek uğruna gerektiğinde
yılan veya kurbağa yiyen o şahıslarla aynı havayı teneffüs ettiğim için
böbürleniyordum. Sportif becerileri itibarıyla sıfırın altında seksen derecelik
potansiyele sahip çıtkırıldım dağcılar gibi kebap yaparak değil, her an pusuya
düşebileceğimizi yahut mayına basabileceğimizi düşünerek ihtiyatla
adımlıyorduk.
Not: Gazilerle Niyaziler'i yeniden yazdım, bin misli güzelleştirdim, ancak ikinci baskısını yapacak yayımcı bulabilir miyim?
Not: Gazilerle Niyaziler'i yeniden yazdım, bin misli güzelleştirdim, ancak ikinci baskısını yapacak yayımcı bulabilir miyim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder