11/04/2024

Reziliazam'dan alıntıdır.👇

Evimdeki kitap ve dergi miktarı çoğu illerimizdeki kütüphanelerden aşağı kalmaz, yapıt yığınağından salonda adım atılmıyor, tamamını okudum, cömertçe harcadığım parayla muhtemelen sıfır Mercedes alabilirdim; gene de on kitap okuyorsam bunun en az yedisini üye olduğum kütüphaneden alırım, çünkü benim kitap sevdam Hazine Müsteşarlığı’nın bütçesini çökertir. İki elim kanda olsa bile eserlere gömülürüm. İlkokuldan bu yana kütüphanelerin müdavimiyim, yirmili yaşlarımdan beri kabaca günde ortalama iki yüz sayfa civarında okurum, binlerce kitabı matlaştırdım ama kafamı kopartsanız, korsan kitapçıların vitrinlerinde best seller diye lanse edilen eserleri elime almam, çünkü zamanım değerlidir, beni heyecanlandırmayan yapıtlardan kaçarım. Bu denli çılgın bir okurum, etek etek kitap devirdim, fakat Muzaffer Oruçoğlu’nun, yoldaşı İbrahim Kaypakkaya’yı anlattığı “TOHUM” romanıyla kırkımdan sonra müşerref olabildim ki Kaypakkaya’yı oldum bittim hep merak ediyordum. Gelmiş geçmiş en iyi Türk eserleri arasında saydığım Ali Arslan’ın ikişer ciltlik Ama Sevgi Kalmalı ve Serçe adlı romanlarını çoğu kimse bilmez, ikisi de okurları hüzünlendiriyor. James Morier’in Hacı Baba’nın Macereları isimli hiciv romanı romancılığın destanıdır; en son İmge Yayınevi’nden çıkmış, 1800 ile 1810 yılları arasındaki İsfahan ve İstanbul’u hicvediyor. Kalıbımı basarım, bu sarsıcı kitabı okuyunca kafayı üşüteceksiniz. Bu yaşıma değin bizi bu denli detaylı anlatan hiçbir kitaba ya da kimseye rastlamamıştım. Zihnimdeki bazı boşlukların doğru yanıtlarını Hacı Baba’da buldum, kendime geldim, zafer sarhoşluğuna kapıldım. Bu kalitede bir başka hiciv eseri okuduğumu sanmıyorum, ancak yapıtın ilk baskısı senelerden bu yana tükenmiyor. Reşad Ekrem Koçu’nun Erkek Kızlar isimli tarihi öykü kitabı da muhteşemdi. Normalde öyküleri sevmem, fakat bu esere bayıldım. Reşad Ekrem Koçu on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda bazı kadınların erkek kılığına girerek karıştırdığı haltları o kadar güzel resmetmiş ki sanki o günlerin havasını soluyorsunuz. Orhan Pamuk'u okurken uyukluyorsunuz, Koçu ise tam aksine sürükleyici bir dille okuru kendine bağlıyor. Merhum abimiz, vaktizamanında şanlı yuva Kuleli'de tarih hocalığı yapmış. İnşallah cehennemi boylamıştır da kendisiyle iki lakırtı edebilirim. Mısırlı yazar Necip Mahfuz Nobel Edebiyat Ödülü de aldı; Midak Sokağı isimli romanı, karakter çözümlemelerinin nasıl yapılması gerektiğine dair harikulade bir örnektir. Necip Mahfuz’un Arap-İslam âlemine olan sevgi ve saygısı sadeleştirilen cümlelerine de yansıyor; sürükleyici bir dille kaleme alınan bu kült roman, emperyalistlerin geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeleri nasıl sömürdüklerini ve çanak yalayıcılara sus payı verdiklerini de dile getiriyor. Kitapseverler Louis de Bernieres’i “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini” ile tanıyorlar, lakin “Don Emmanuel’in Alt Tarafları” isimli romanına bayıldım, okuduğum en güzel eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Bu başyapıtı hem biçemi hem içeriği itibarıyla beş beşlik buldum; siyaset, ekonomi ve askerlik gibi popüler konular kara mizahla işlenmiş; resmen allak bullak oldum, kafayı sıyırmama ramak kaldı, zira normalde gözyaşına boğulacağım sahnelerde güle güle yarıldım. Öylesine kaliteli bir kitap ki Türkiye’de ikinci baskısının yapılacağını zannetmem. Cahit Kayra’nın Bir Mavi Yolculuk Seyir Defteri isimli romanı beni mest etti. Adı sanı duyulmamış bir yazarın kusursuz bir eser yarattığını görünce afalladım, kendi kendime, “İnşallah kaptansız ve pusulasız bir gemiyle okyanusları gezerim,” dedim. Gezginlerin padişahı olarak nitelendireceğim Aydın Cıngı, GEZİPDURU isimli eserinde seyahatlerini kaleme almış. Okurken kendimden geçtim, sanki yazarla birlikte dünyayı dolaştım durdum. İnanın bu yapıt bana bir şeyler kattı, kesinlikle kitaba başlamadan önceki latifeci Şenol Onay değilim. İki üniversite bitirip de tonla harç parası yatıracağıma bu kalitede on kitap okumayı yeğlerim. Aydın Cıngı çapında birinin edebi eserler vermemesi, çevresindekilerce bu yönde teşvik edilmemesi beni çok üzdü. Ağla yurdum sen ağla! Filozofların âlâsı olan bu dâhi beş beşlik yazıyor. Galiba politika yapıyormuş, bence kendini ziyan ediyor; ölmez yapıtlar yaratsın ve geleceğe ezan okusun, derim. Neden? Bizim siyasi arenamızda böyle bir cevheri yaşatmazlar. Normalde Türk yazarlarına burun kıvırırım, en az yüzde doksanını birikimsiz buluyorum, kafalarına vursanız tın tın tıkırdar. Entel dantel devşirmesi eleştirmenler gerek Aydın Cıngı’yı gerek Cahit Kayra’yı gargaraya getirmişler. Sen, ben, o, şu, bu, hepimiz aynıyız, yok aslında birbirimizden farkımız; bilinçsiz tüketiciler zaten kitaba zaman ayırmıyorlar ama biz de bilinçsiz hareket ediyoruz. Silkinelim ve kendimize gelelim. İdealizmi yalayıp yuttum, bilahare diğer öğretilere daldım; Marks, Lenin, Stalin, Politzer ve öbür materyalistleri dışlamadım, yaratıcı aklın ışığını gördüğüm veya hissettiğim her sırdaşa koştum. Tabulara, dogmalara, hurafe ve batıl inançlara saplanmış insanlar ne demek istediğimi anlayamazlar. Velhasılıkelam, söylenecek çok sözüm var ama kime anlatayım? Ne demişler? Doğruyu konuşmak için iki kişi gerekir: Doğru söyleyen ve doğru dinleyen. Ben doğruyu anlatsam bile, acaba karşımdaki kütükler doğru dinleyecekler mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder